1915 Gerçekliği ve Dördüncü Tez : Kötü muamele cezalandırıldı mı?



A young victim of atrocities

26 Ocak 2012'de AGOS'ta yayınlanmış olan Mehmet Polatel  ve Nazife Koşukoğlu'nun kaleme almış oldukları "Resmi Tarihi Sınıfta Bırakan 10 Çürük Tez" adlı makalede yer alan dördüncü tez "Kötü muamele cezasız kalmadı: Tehcir edilen Ermenilere kötü muamele edenler devlet tarafından cezalandırıldı" başlığı altında özetle şöyle çürütülmeye çalışılmıştır:
Resmi tarih anlatısına göre Talat Paşa tehcirde suiistimalleri olan kişilerin yargılanmasında bizzat öncülük ederek, idamlarına zemin hazırlamıştır. Bazılarına göre, bu yargılamalar devletin soykırım kararı almadığını gösteriyor. .... Kısacası, İttihatçı hükümet Teşkilat-ı Mahsusa içerisinde yer alan çete reislerinin gelecekte kendisi için tehdit oluşturmaları olasılığını bu yargılamalar yoluyla ortadan kaldırmak istedi."


Talat Pasa
O günün kaotik savaş ortamında, her savaş döneminde, her yerde olduğu gibi insanların tıyneti ortaya çıkmış, iyiler ellerinden geldiği kadar koruyucu olurken kötüler fırsatlardan yararlanmışlardır.  Bardağın dolu tarafını görmek isteyenler Rus arşivinde bile yerini bulmuş olumlu örnekleri, boş tarafını görmek isteyenler de olumsuz örnekleri  tarihin derinlerinden çekip çıkarabilirler. Sarıkamış Faciasından sonra 1916 yılında Erzurumlulara yurdunuzu terk edip Anadolu'nun içlerine kaçın dendiğinde ne yanlarına koruyucu verildi, ne de ne yiyip ne içecekleri düşünüldü. Osmanlı ordusunda tifus ve koleranın yanısıra skorbüt yaygınlaşmıştı. Skorbüt yetersiz beslenmeden kaynaklanan bir hastalıktır. Ordusunu besleyemeyen, Müslüman erkekleri askere alarak son raddeye dek zorlayan; çoluğunu, çocuğunu, yaşlısını ise kaderine terkeden  Osmanlı İparatorluğu, Hristiyanların korunması yönünde batı devletlerinin baskısı altındaydı. Bu koşullarda, devletine ihanetin cezası normal olarak o dönemde idam olması gerekirken, düşmanla işbirliği yapanları ve yakınlarını geçici olarak başka bir yerleşime aktarım sırasında iaşesini olanaklar ölçüsünde sağlamaya çalışmış ve güvenliklerini sağlamak için yanlarına kolluk kuvvetleri vermiştir. Eğer tedbirler yetersiz kaldıysa bunu art niyete değil savaş ortamının gerçeklerine bağlamak daha doğru olur. Bu ölçüye gelir bir konu değildir ve olaya ne niyetle bakılırsa  o tarafı görülür.  

Savaş dönemi gizli servislerin de çok aktif olduğu bir dönemdir. İngiliz casus Arabistanlı Lawrence bir filme konu olarak beyinlere kazınmıştır. Teşkilat-ı Mahsusa da mutlaka çalışma yapmıştır. Yaptıklarının bir kısmı kabul edilir türden olmayabilir. O günün koşullarında karşılıklı olarak ölçüsüz şiddet uygulandığını düşünmek için çok örnek vardır. Mal ve mülkten bir kısmının yolsuzluklar yoluyla yanlış ellere geçmiş olması da şaşırtıcı değil. Kötü muamele yapanların tamamen cezalandırılabileceğini düşünmek gerçekçi bir beklenti olmazdı. Osmanlı Hükümeti 1915-1916 yıllarında 1673 kişiyi bu nedenle mahkemeye vermiştir. Bunlardan 524 kişi hapse, 68 kişi zorla çalışmaya ve 67 kişi de idama mahkum olmuştur1. Bu sonuç tatmin edici bulunabilir veya bulunmayabilir ama kötü muamelede bulunanlar büyük ölçüde cezasız kalmış olsalar bile bu kasıtlı bir soykırım yapıldığını kanıtlamaz. Eğer soykırım söz konusu idiyse neden Istanbul'dan sadece siyasi hareketin içindeki 235 kişi tehcir edilirken 120.000 kişiye dokunulmamıştır? Orduda görev yapan doktorlar bir yana, arşiv belgelerinde yer aldığı üzere cepheden uzak güvenli bölgelerde isyana katılmayan Ermenilerin ekonominin işlerliğini korumak açısından mesleki çalışmalarını sürdürebilmeleri için çaba gösterilerek  önlemler alınması da Ermenilere karşı toplu bir soykırım niyeti olmadığını ortaya koyar. Ermeniler, 1889-1909 arasında geçen 20 yılda 39 kez isyan etmişlerdir. Başlangıçta özerklik hedeflerken zaman içinde bağımsızlığa yönelmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu, Doğu Anadolu'da yüzde 30'u aşmayan bir azınlıkken çoğunluğa dönüşüp bağımsız, ya da Rusya'nın himayesinde yapılanarak Adana'dan Trabzon'a, Trabzon'dan Erivan'a uzanan toprakları Osmanlı İmparatorluğundan koparmak isteyen Ermenilerle doğal olarak bir mücadele yürütmüştür. Bunu soykırım gibi göstermek, yaşananları asker kaçağı çetelerin eylemleri diye küçümseyerek Doğu Anadolu ve Kafkasya'da 2.5 milyon Müslümanın etnik temizliğe uğratıldığının, mallarının mülklerinin gasp edildiğinin üstünü örtmek samimiyetten uzak bir yaklaşımdır.

O günün savaş yıllarında bugünün değerler sisteminde savaş suçu olarak görülecek pek çok şey yaşanmıştır. 1917 İhtilali'nin çıkması üzerine işgale son veren Rus Ordusunun silahları Ermenilerin eline geçmişti.  Mondros Mütarekesinin ardından Batum'da kurduğu merkezden Osmanlı Ordusunun silahlarını toplayan İngiliz yetkililer Ermenilerin Doğu Anadolu'yu terkederken uyguladıkları katliamları bile bile bu silahları Ermenilere teslim ederken silahsız Müslümanların başına gelecekleri bilmemeleri mümkün değildi. Sivil halkın öldürülmesi ile sonuçlanacak bir durum yaratmanın savaş suçu olması gerekmez mi?  Doğu Anadolu köylerinden seçilip Erivan'a, Rusya'ya götürülerek seks kölesi olarak istismar edilen Müslüman kızlarına ve genç kadınlarına yapılanlar savaş suçu değl midir? 2.5 milyon Müslümanı katledenlerin cezalandırılmak şöyle dursun kahraman mertebesine konuldukları düşünülürse, Osmanlı İmparatorluğu'nda bu boyutta bir yargılama ve cezalandırma küçümsenecek değil, takdir edilecek bir husustur.

1) Lütem, Ömer Engin. Ermeni Sorunu : Temel Bilgiler. [182 saydam ve transkript]
http://www.slideshare.net/mehmetdem/ermeni-sorunu-ve-gerekler

Not. Metin 21.04.2013'de gözden geçirilmiştir.







Selma Aslan'a ait Ermeni Soykırımı : Gerçek mi, Yersiz İddia mı? blogu yazılarından ticari olmayan amaçlar için içeriği değiştirilmeden kaynak gösterilerek adil kullanım ölçüsünde yararlanılabilir. (Creative Commons Attribution-Gayriticari-NoDerivs 3.0 Unported License)

Comments