Medya Mensuplarına Mesaj: Tehcirde Yaşamını Yitirenleri Anarken İnkardan Değil İddiaların Reddinden Söz Edelim Lütfen

24 Nisan'da yüreğim Ermeni Sevk ve İskanı sürecinde yitirdiklerini anan Ermenilerle birlikte olacak. Evinden yurdundan kopup bilmediği diyarlara giderken açlıktan, hastalıktan kırılan, saldırıya uğrayıp yaşamını yitiren, menzile ulaşmayı başarsa da iskan edilip yeni bir düzen kurma günü gelene dek dayanamayıp yaşama gözlerini kapatan sayılarını bilmediğimiz çocuklar, kızlar, analar. Yaşama her veda bir hüzündür. Öyle birbiri ardına düşünce insanlar yürek mi dayanır. Onlar için içimiz acıyla dolar, yüreğimiz katılıp kalırken bu acıya neden olanlara da hınçlanırız, öfke ile dolar içimiz. Bağışlamak hiç gelmez içimizden.

Yitip gidenlere üzülürüz tabii, üzülürüz de, bu üzüntümüzü istismar edenlere de dikkat etmek gerek. Bu masum insanları aslında 27 Mayıs tarihinde  anmak gerekirdi. Çünkü Sevk ve İskan Kanunu bu tarihte çıkmıştır. Peki 24 Nisan'da kim anılıyor? Rusya'dan ve batılı büyük devletlerden aldıkları cesaretle çökme döneminde Osmanlı İmparatorluğu ile yolunu ayırmaya karar verdiğinde,  hiç bir bölgede çoğunluk oluşturmadığı halde  dörtte üç kadarı oluşturan Türk ve diğer Müslüman nüfusu kısmen etnik temizlik, kısmen şiddet yaratarak korkutup kaçırmak suretiyle kendi kontrolü altına alacağı Doğu Anadolu'da devlet kurmak isteyen ayrılıkçı Gregoryen Ermenilerin beyin takımı.

Ateş çemberi içinde kalmışken  bir de dışarıdaki düşmanlarla işbirliği yapan eski dostların içeriden vurduğunu gören ve güvenlik tedbiri alma gereği duyan Osmanlı mı suçlusudur bu yitiklerin,  olmadık hayallere kapılan aydınlar ve politikacılarla silaha sarılan komitacılar mı, onlara bu cesareti veren devletler mi, dönemin sosyo-politik ortamı mı?

Bir de 1915-1923 Ermeni Soykırımı söylemi çıkıyor karşımıza. Tehcir Şubat 1916'da son buldu. Bu iş nasıl oluyor da 1923'e uzanıyor? 1918 Ekiminde Mondros Mütarekesi imzalanınca 644.000 Ermeni dönüş yapıyor. Ama 1919 yılında Milli Mücadele başlıyor ve beklentilerinin aksine Sevr Anlaşması uygulamaya konularak Doğu Anadolu kendilerine verilemiyor. Onlar da  işgalci güçlerle omuz omuza Türklere karşı savaşa katılıyorlar. İşgale karşı yurdunu korumaya çalışanların karşısında işgalcilerin yanında  silaha sarılıp cephede ölenleri de anlaşılan soykırım kurbanı sayıyorlar.

Soykırımı kabul edelim diyen sevgili yurttaşlarımız, ninelerimizin kağnı arabaları ile taşıdıkları mermilerle vatanı düşmandan kurtarmaya çalışan dedelerimizin karşısında yer alanlara soykırım yaptık diye özür dileyelim demeyi içlerine sindiriyorlar mı gerçekten? Yoksa bir dakika, 27 Mayıs 1915'ten 8 Şubat 1916'ya kadar süren tehcirde ölenler için --her ne kadar bizim dedelerimiz, ninelerimiz de aynı şekilde salgınlardan, açlıktan ölmüş olsa da --  özür dileriz ama bu iş 1923'e kadar gitmez mi diyorlar?

Özür dileyenlerin ne kadarı , Ermeni diyasporasının öyle kuru özüre karnının tok olduğunu, "özür yetmez, adalet" dediğini, adalet derken "toprak ve tazminat" demek istediğinin ayırdında acaba? Sevk ve İskan nedeniyle ekonomik yıkıma uğradıkları iddiası ile tazminat istiyorlar, Sevr Anlaşması gereğince kendilerine verilmesi öngörülen topraklar üzerinde talepleri var. Adalet yerini bulmalı diyorlar, nasıl olacak? Tazminat ve toprak verilerek. Halen Center for Armenian Remembrance adlı web sitesi aşağıdaki anketi yürütüyor. Siz olsanız hangi seçeneği yeğlerdiniz?

Ermeniler Türkiye’den ne istemeli :

¤ Bölgelerin iadesi (return of territories)
¤ Tazminat
¤ Tanıma ve özür
¤ Türkiye’deki gizli Ermenilerin özgürlüğü ve güvenliği
¤ Sınırın koşulsuz açılması
¤ Okul sistemindeki Ermeni karşıtı propagandaya son verilmesi 
¤ Amerika’nın tanıması Türkiye’nin tanımasından daha önemlidir


Peki komitacıların Doğu Anadolu ve Kafkaslar'da etnik temizlik amaçlı olarak işkence ile öldürüp tüm mal ve mülklerini gasp ettikleri 529.000 adı sanı bilinen kişi ile  kuyulara, konaklara, camilere doldurup toplu halde katlettikleri 2 milyon insanın el konulan varlıkları; yerle bir edilen yüzlerce köy, taş üstünde taş bırakılmayan kentlerin Müslüman mahallelerinin bu ülke ekonomisi üzerindeki yıkımının bedelini Türkiye kimden istemeli?

Amerikalı bilim adamı Justin McCarthy 2005 yılında Meclis'te bir konuşma yapmak için davet edildiğinde siz haklısınız pes etmeyin, ben size inanıyorum demişti. Umarım biz de kendimize inanıyoruzdur.

Türkler tarihleriyle yüzleşsin denildi. Ben şahsen üç yıldır bu konuyu inceliyor ve öğrendiklerimi aşağıda adresleri yer alan iki blogta paylaşıyorum. Ne okudumsa beni bizim haklı olduğumuz noktasına getirdi. Aksi yönde güçlü kanıtlar varmış. İngiliz Başyargıcının 1918-1920 yılları arasında tüm gücüyle arayıp ulaşamadığı şu güçlü kanıtlar açıklansın, biz de özür dileyelim. Neden bugüne dek açıklanmamış?

Medyadan bir ricam var. Lütfen gazetenizde dış basından aktarmalar yapılırken muhabirler, yazarlar kullandıkları dile dikkat edebilirler mi? "Denial" sözcüğü bir gerçekten söz ediliyorsa inkar anlamını taşır, ama aynı sözcük iddialar için de kullanılır ve bu anlamda kullanıldığı yerde Türkçe karşılık olarak red  kullanılmalıdır. Çünkü iddia gerçekliği kesinleşmemiş bir olgudur ve inkarı, yani var olduğu halde yok denmesi, hakkında yalan söylenmesi söz konusu değildir. Kendimiz için soykırımın inkarı ifadesini kullandığımız yerde soykırım bir gerçekliktir ama biz yok sayıyoruz, yani yalan söylüyoruz denmiş olunur. Eğer soykırım bir iddia olarak görülüyorsa  iddiaların reddi ifadesi daha doğru olur.

Sağduyunun ve adaletin bir gün galip gelmesi dileği ile saygılar sunarım.

Selma Aslan
Babaanesi 1916'da muhacir olmuş bir Erzurumlu

Bloglarımın adresleri:
http://armenianholocaustmystory.blogspot.com/
http://ermenisoykirimi-soykirim-zorunlugoc.blogspot.com/




Comments