Balkan, Kafkas Müslüman Sürgünleri, Ermeni Tehciri ve İntikam


Balkan Sürgünleri
"Bazı safhaları gizlenerek anlatılan tarihi olayların en tipik örneği, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı'nın Doğu bölgelerinde gelişen duruma çağdaş tarihçilerin gösterdiği yaygın muameledir. Çoğu tarih kitapları,  sadece Osmanlı'nın Ermenileri öldürdüğünden söz eder. O zamanın tarihi olaylarından soyutlandığında, Osmanlı'nın Ermenileri sürme kararı, sanki dengesiz ve sadece bir azınlığa duyulan nefretten kaynaklanmış gibi görünmektedir. Gerçekte ise, Balkanlarda ve Kafkasya'da gelişen olayların tarihinden dolayı, Doğu Anadolu'daki milliyetçi ihtilalin ve Rus istilasının neler doğuracağını Osmanlılar biliyorlardı. Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya'da gelişen benzer olaylar, Türklerin katliamına yol açmıştı. Osmanlılar, Anadolu'da farklı bir sonuç bekleyebilirler miydi? Yüz yıl boyunca Ruslar, Müslümanları söküp atarak topraklarını genişletmişlerdi. Kırım Tatarlarını ve Çerkesleri sürmüşlerdi. Türkleri Güney Kafkasya'dan sürüp, onların yaşadığı topraklara Ermenileri yerleştirmişlerdi. Ruslar 1915'te yeniden ilerlemeye hazırdılar. Ermeni ihtilalci grupları Doğu Anadolu'nun her yanında isyanlar çıkarmaya başlamışlardı, Müslüman köylüleri öldürüyorlardı ve hatta Van şehrini de ele geçirmişlerdi. Bu ortamda Ruslar istilaya geldiğinde, Doğu'daki Müslümanlar başlarına ne gelmesini bekleyebilirlerdi? Elbette, Bulgaristan ve Makedonya'daki Türklerin başına geleni!
Çerkes Sürgünü

Osmanlı Hükumeti, tarihinden aldığı derslere aldırmazlık edemezdi."

Justin McCarthy. Ölüm ve Sürgün, s.355'den

Rusların 17 Ekim Devrimi ile çekilmesinin ardından iyice hız kazanan Ermenilerin Müslümanlara uyguladığı etnik temizlik gündeme geldiğinde, tehcire gönderme yaparak yapılanları  intikam adına haklı göstermeye çalışan bir kesim var. Yukarıdaki alıntıda özetlendiği şekliyle olaylar bütünlüğü içinde ele alındığında, hiç kuşkusuz intikam, kin uzak durulması gereken duygular olsa da, eğer alınacak bir intikam varsa kimin olması gerektiğini görebileceklerini ummalı mı bilemiyorum. Çünkü insanlar gerçeği görmek yerine görmek istediklerini görmüş gibi yapıyorlar.

Bazen de birileri bildiklerini unutmayı yeğleyebiliyorlar. 1878 yılında İngiltere ve Rusya'nın, Berlin Anlaşması ile Osmanlı'dan, Doğu Anadolu Ermenilerini Kürtlere ve Çerkeslere karşı korumasını istediklerini, 1890'larda ve 1900'lerin başlarında ise Batılıların bölgeye ilgisini çekip destek almak için bahane yaratmak amacıyla ayrılıkçı Ermenilerin Kürtlere saldırılarını ve sonrasında kurulan Hamidiye Alaylarını anımsayınca, bugünkü ayrılıkçı Kürtlerle soykırım iddiacısı Ermeni diyasporanın dayanışmasına gülümseyerek bakmaktan kendimi alamıyorum. Düşmanımın düşmanı dostumdur diye dünü unutup işbirliği yapanlar aynı toprakları hedeflediklerini bir kenara koymuş görünüyorlar. Aralarında kendilerince nerenin kime ait olması gerektiği konusunda bir anlaşmaya varıp varmadıklarını merak etmemek elde değil.

Tabii, bir yanda da aynı topraklarda doğmuş olmanın yoldaşlığında, etnik kökeni ne olursa olsun bu ülkeyi daha iyi günlere omuz omuza birlikte götürmek isteyen, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı anlamında Türk dediğimiz, bu toprakların gönül birliği etmiş insanları var. Üç yanı deniz, "Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket"te doğanlar ve yurdunu terketmek zorunda kalıp buraya göçenler, buradan öte gidecek yerleri olmadıklarının bilincinde, bir varlığını sürdürebilme savaşımı vererek 20. yüzyılın başında kanları ve canları bahasına tutundular bu topraklara. Onların bu topraklarda doğan çocuklarının, torunlarının hepsinin hakkı var bu topraklarda ve aynı bağlılığı onlar da koruyacaktır.

Halkların; kendi iç sorunlarını uzaktakileri  birbirine düşürerek güç alanı yaratmak suretiyle çözmeye kalkışanların kurbanı olmaktan masun kalmalarını dileyelim.

Bir toprak parçasında doğanlar farklılıklar taşıyorlarsa, bir diğerini yok sayarak o toprağı yalnızca kendisi için istemek ilkellik ve bencillik değil midir? İnsancıl ahlaki değerler sistemi paylaşımcılığı, dayanışmayı öngörür. Bu toprakların insanları uzun yüzyıllar birlikte yaşama becerisini göstermişlerdir. İlerleyen zaman içinde gelişmek gerekirken sahip olunan becerilerin yitirilmesi ne büyük şanssızlıktır. İnsan toplulukları zenginliğin adil paylaşımı, fırsat eşitliği ve adalet sağlanması, farklı kültürlerin yaşatılabilmesi için uygun ortamın var olması gibi konularda mükemmel olmaktan çok uzaktırlar. Yaşam koşullarını iyileştirmek için ayrılıkçılıkla değil, sorunların üstüne birlikte yürüyerek de çözüm aranabilir. 

Hak yerini bulsun ve son gülen iyi gülsün. Bu kısa yazıyı değerli ozanımız Nazım Hikmet'in dizeleri ile kapatalım:

DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
  bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
  bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
  bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
  bu hasret bizim...

Justin McCarthy. Ölüm ve Sürgün: Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı (1821 - 1922). Çev. Fatma Sarıkaya. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2012.

Ek Kaynak:

Yavuz, Hakan. The Waves of Ethnic Cleansing of the Balkan Muslims. Lecture. March 20, 2013, Chicago. http://www.aicusa.edu/2012/11/the-waves-of-ethnic-cleansing-of-the-balkan-muslims-dr-hakan-yavuz-lecture/#sthash.duH1N5xF.dpbs

Comments