Yüzleşmeler : Hakikati özgür bırakmak mı evet, ama hep birlikte!

Blogda taslak halinde duran yazılardan birini bu sabah yokladığımda 24 Ekim 2013 tarihinde açılan, haberini bir gün sonra Bianet'te okuduğum bir sergi hakkında neredeyse tamamlanmış bir yazı ile karşılaştım. Galiba tepkiyle biraz sivri dille kaleme alınmış yazı törpülenmek istediğinden kenarda kalmış. Daha fazla gecikmeden bir kaç dokunuşla artık gün yüzüne çıkarmalı serginin düşündürdüklerini bugüne bağlayarak:

Nilay Vardar [1]'ın Bianet'te yer alan "Bir Daha Asla! Geçmişle Yüzleşme ve Özür" sergisi haberinde ABD, Almanya, Fransa, Bulgaristan, Sırbistan gibi sekiz örnek "üzerinden hak ihlalleri, katliamlar, soykırım ve insanlık suçlarıyla devletlerin nasıl yüzleştikleri ve nasıl özür diledikleri fotoğraf, belge, belgesel, video ve tanıklıklar ile anlatılıyor, devlet başkanlarının devlet ve toplum adına mağdurlardan nasıl özür dilediklerinin örnekleri sunuluyor" denilerek Türkiye'nin de geçmişi ile yüzleşmesi gereği, Açık Toplum Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton'un, "Toplumsal huzurumuzun ayağında bir pranga haline gelmiş acıları, hataları konuşmanın artık zamanı geldi" dediği aktarılarak vurgulanıyor. 

Alaton'un "Yeri geldiğinde özür dilemeyi bilen ve özür dileyerek arınan, yücelen ve saygınlık kazanan bir devlet istiyorum. Ülkemin de geçmişiyle yüzleşmesini ve barışmasını diliyorum." şeklindeki sözlerine katılmamak mümkün mü, hakkın yerini bulmasını, barışı kim istemez? Ama sayın Alaton'un, eğer işlenmiş bir suç yoksa, baskıyla varmış gibi kabullenip atalarını vebal altına sokmanın da büyük bir onursuzluk ve karaktersizlik olduğunu anımsamasında yarar var.

Serginin akademik danışmanlığını yapan Columbia Üniversitesi’nden  kalıcı barış tesisi alanında ihtisas sahibi Prof. Dr. Elazar Barkan, "Mağduriyetler dile getirilmedikleri müddetçe iltihaplanmayı sürdürür. Özür kişisel ilişkilerde mucizeler yaratır" diyerek sözlerine şöyle devam etmiş: 

Giderek siyasi bir araç olarak gruplar arası husumeti aşan köprüler kurmak için kullanılıyor özür; özellikle de bir diyaloğu başlatmak ya da geliştirmek için. Özürler hem etik hem de siyasidir. Bir özrü sunmak, kabul etmek, reddetmek, eleştirmek gibi tercihlerin tümü siyasi bir temele dayanır, dolayısıyla tercihlerin siyasi söyleme daha merkezî biçimde dâhil edilmeleri gerekir.


Barkan, özür dileme konusu soykırım olunca ardından gelecek tazminat ve toprak taleplerine değinmeye gerek görmüyor nedense. Türkiye'de Vakıflı Köyü Ermenilerinin 1915 tartışmalarına girmek istemediğinden, aşağıdaki satırları yazan Ermeniler olduğunun ve bizim aramızda düşmanlık olmadığının ayırdında da değil sanırım:

Yalancı bayramlara alışır olduk. Bayramın kimin bayramı olduğu değil, hep birlikte bize hatırlatacakları, paylaşacaklarımız özel ve değerli. Ne zamandan beri tatil fırsatı olarak görülür oldu bayramlar... Ne oldu bayramlıklarını yatağının altında saklayan çocuğa. Ne çabuk unuttuk? Onlarca bayram var her yıl. Unuttuklarımızı hatırlayıp, unutulduklarını sananların yüzünün gülümseyeceği onlarca fırsat demek. Aşuresini yan komşusuyla, kurban etini hiç tanımadıklarıyla, boyanmış yumurtaları tüm apartmanla, mayasız ekmeğini çalışanlarıyla, yaktığı ateşi tüm mahalleliyle paylaşanların torunları, çocuklarıyız. Her bayram yalnızları, yaşlıları, çocukları, zorda olanları, yaşamın sessiz çığlıklarını buluşturmak, bir olduğumuzu hatırlamak için bir umut, bir fırsat... Umarım bu bayram, yüreğinin derinliklerinde unuttuklarının hatırlanacağı, yaşamın içinde göremediklerini görüp yüzlerini gülümseteceğin bir bayram olur. Birbirimizi daha samimi hatırlayıp, SMS’lerin, basmakalıp mesajların ötesine geçsin yüreklerimiz. Hiç değilse bayramda etiketleri bırakıp birkaç gün de olsa kucaklaşabilelim, özde olanı hatırlayalım. Yoksa bu bayram da olsa olsa yalancı bayram olur.

Savaş ortamında karşılıklı acılar yaşandığını bilen ve eski defterleri kapatıp birlikte yaşayanların sorunu yok. Ama dünya küçük, tüm Ermenilerle Türkler barışırsa tabii daha iyi olur. Doğu Anadolu ve Kafkaslarda Ruslarla işbirliği yaparak yüz binlerce Müslüman'ın yaşamına işkence ile son veren Andranik Ozanyan'ı, Armen Garo'yu, Talat Paşa'yı vuran Soghomon Tehliyeran'ı kahraman ilan edenler de Türklerden ve diğer Anadolu, Kafkas Müslümanlarından özür dilerler umarım. 1828 Osmanlı - Rus Savaşından başlayarak, 1877-78 Osmanlı Rus Savaşında, 1. Dünya Savaşında ve İstiklal Savaşımız boyunca süregiden düşmanlarımızla yaptıkları işbirliği için özür diler ve tehcire bu işbirliğinin yol açtığını dünya kamuoyuna açıklarlar mı? 1890'larda Batı'nın dikkatini çekip destek sağlamak için çıkardıkları isyanlar için özür dilerler mi? Nüfusunun yüzde yetmişi Müslüman olan Van'da 11 Nisan 1915'de çıkardıkları isyanın sonunda, sadece 1500 kişi kalmacasına hepsini yok ettik, kaçırdık diye bayram eden ataları adına özür dilerler mi? Bir Rus subayının gözlemleyip kaleme aldığı, Rus arşivlerinde bulunabilecek belgelerde yer aldığı üzere 319 metrekarelik bir cami avlusunu 1.42 metre (2 arşın ) yüksekliğinde dolduran yaşlı, kadın, çocuk cesetleri kaç taneydi acaba (Kocabaş, 2011)? Her bir Müslüman köyün kuyularına kaçar kişi tepeleme doldurulmuştu? İnsanlar içlerine doldurularak ateşe verilen konaklarda kaçar kişi vardı? Erzurum'da şehir girişine sıralanan, Kazım Karabekir Paşa'nın acıyla kasılmış yüzlerini uzaktan gülerek kendisini karşıladıklarını sandığı, kazığa dikilmiş insanlar kaç kişiydi? Adları arşivlerde kayıtlı 524 bin Doğu Anadolu insanı, 600 bin Azeri Türk'ü ve Erivan'dan kaçmak zorunda kalan yani zorunlu göç yaşayan 1 milyon insanla toplam 2-2.5 milyonu bulan Müslümanın yaşamlarını kaybetmesinde oynadıkları rol için özür dilerler mi, yüzleşirler mi? 

Eh biz de yedi cephede yedi düvelle çarpışırken, 1877-78'de Erzurum'da, Aralık 1914-Ocak 1915'te Sarıkamış'ta, Nisan-Mayıs 1915'te Van'da yaşadığımız kapı komşumuzun, mahalle arkadaşımızın düşman cephesinde bulunduğu, düşmana yol gösterdiğinin tespit edildiği, cephane, levazımat depolarının boşaltıldığı durumları bir kez daha yaşamayalım diye savaş alanından uzaklaştırırken canlarını koruma konusunda yetersiz kalındığı; askerimizin ve tüm halkın pençesinde kıvrandığı açlık ve salgın hastalıklara onlar da maruz kaldıkları için üzüntümüzü ifade edelim. Bize işkence yapılmış, 800 bin kişi evlerini terk edip Anadolu'ya yayılmak durumunda kalmış ve yüzde elli oranında telef olmuş, aç kalmışız, susuz kalmışız, hastalıktan kırılmışız, kimin derdi? Ama Ermeniler bunları yaşamamalı imiş öyle mi?

Oralar Osmanlı toprakları idi ve Müslüman olsun, Ermeni olsun tüm halkı korumak Osmanlı devletinin göreviydi diyen akademisyen [4]. Konuyu tekrar incelemeleri yararlı olabilir.

Herkesin yüzleşeceği bir şeyler var. Örneğin savaş propagandası malzemeleri ciddi yayınlarmış gibi hala piyasaya sürülebiliyor, referans gösterilebiliyor. Kendini dünyaya demokrasi, şeffaflık, hukukun üstünlüğü, etik gibi değerlerin şampiyonu olma iddiası içinde sunan ve talkım verenler, bunlar aslında propaganda malzemesiydi, biz medyanın düşmanlarımızın çektikleri acılara yer vermesine izin vermedik, yandaşı olduklarımızın acılarını abarttık, yanlış izlenimler doğmasına yol açtık, düşmanlıkları kendi çıkarlarımız için körükledik diyecekler mi bir gün? Savaşın yol açtığı ikiyüzlülüklerle yüzleşecekler ve özür dileyecekler mi? Yüzleşmek adına onların yalanlarına gerçekmiş gibi sahip çıkmamızı istemekten vazgeçecekler mi bir gün?

Bu toplumun  geçmişini sağlam bir geleceğe temel kılabilecek ölçüde bilen; toprağını, yurdunu savunmaktan başka derdi olmamış atasının anısına sahip çıkacak, onurlu sivil toplum kuruluşları, yöneticiler lütfen paydaşlarımızı yüzleşmeye davet edin sizler de.  Herkes hazır olduğunda hep birlikte yüzleşelim! 

Sayın Erdoğan [5]'ın taziye mesajındaki "Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarının hangi din ve etnik kökenden olursa olsun, Türk, Kürt, Arap, Ermeni ve diğer milyonlarca Osmanlı vatandaşı için acılarla dolu zor bir dönem olduğu yadsınamaz. Adil bir insani ve vicdani duruş, din ve etnik köken gözetmeden bu dönemde yaşanmış tüm acıları anlamayı gerekli kılar" ifadesini böyle bir karşılıklı yüzleşmeye çağrı olarak kabul etmek istiyorum. Dış İşleri Bakanı Davutoğlu da [6], Erdoğan'ın taziye sunarak yarattığı uzlaşma fırsatının kaçırılmaması gerektiğini anlatan Guardian gazetesinde yayınlanan yazısında beş milyon insanın Balkanlarda, Kafkaslarda ve Anadolu'da yerinden yurdundan edildiğine değinerek batıda Osmanlı Hristiyanlarının acıları iyi bilinirken Müslümanların bu muazzam acılarının bilinmediğine vurgu yaptığı noktada kanımca bu yüzleşme gereğini dolaylı olarak ifade etmiştir. Soykırım iddiacısı çevrelerin taziye mesajına özür dileme yakıştırması yapması veya özür dilemeye bir adım diye nitelemeleri çok yersizdir. Mesaj net bir şekilde yaşananların savaş acısı olduğunu ve herkesçe yaşandığını ifade etmektedir. 

Birilerince kendilerine göre yaratılan sözde gerçeklerin dayatılması sona erdirilir de Rus, Türk, Ermeni, İngiliz, Fransız, Alman ve Amerikan arşivlerindeki belgeler ortaya tüm çıplaklığı ile konulup, olaylar bağlamlarından koparılmadan bütünlükleri ile ele alınırsa sanırım 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçerken milliyetçiliğin ve kapitalizmin yükselişinin bedelini en pahalı ödeyen halkların Türklerle Balkanlar, Kafkaslar, Kırım ve Anadolu'nun diğer Müslüman etnik grupları olduğunu Batı da kabul etmek zorunda kalacaktır. Soykırım iddiacısı Ermenilerin kendi acılarını böylesine ön plana çıkarmış olmaktan utanacaklarını sanmıyorum çünkü onların esas amacı tazminat ve toprak taleplerine gerekçe yaratmaktır ve böyle bir noktaya gelindiğinde taleplerini nasıl sürdürebileceklerinin hesabını yapmaya başlayacaklardır. 1919 yılında Paris Konferansı'nda ödüllendirilmeyi hak etmiş başarılı savaş müttefikinden büyük kayıplara uğramış mağdur pozisyonuna hızlı geçişleri anımsanırsa yeni bir taktik geliştirmelerine şaşmamak gerekir. Umudum odur ki, savaşların sonunda imzalanan anlaşmalar ve ABD ile 30'lu yıllarda imzalanan anlaşma çerçevesinde hakların yıllar önce düzenlenmiş olduğunun ayırdında olan, sağduyu sahibi Ermeniler artık bu iddiacılara dur desin, barış yanlısı uzlaşmacıların sesi, iradesi galebe çalsın. Belki iddiacı Ermenilerin direnmesinde desteklerinin büyük rolü olan Batılıların kendi içlerinde yüzleşmeleri gereken bir konu da Gladstone gibi Türk düşmanlarının yaşadıkları dönemde dile getirdikleri Müslümanları Anadolu'dan silip atma arzusunun hala yüreklerinin derinlerinde bir yerlerde yaşayıp yaşamadığı ve bazı uzlaşmazlıklar beslenirken kökeninde Türklerin, bin yıllık varlıklarına karşın  bu topraklarda yaşamalarının hala sindirilememesi olup olmadığıdır. Söküp atamadık bari huzur vermeyelim, güçlenmelerine fırsat vermeyelim türünden bir hesap ya da savaş meydanında alınamayanın zamana yayılan ısrarlı baskılar sonucu  bezdirilerek  hedefe varılması gibi bir taktik söz konusu olabilir mi? Atalarımızın kanlarıyla kazandığını savunmaktan bezip,  koruma iradesi gösteremeyip, bize miras bırakılana sahip çıkamayıp  kendi ellerimizle sunar mıyız? Halkımın ve devletimin böyle bir onursuzluğa düşeceğine en küçük bir ihtimal bile vermem.




2) Hatay - Vakıflı Köyü (Türkiye'nin tek Ermeni köyü). http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=49711

3) Kocabaş, Süleyman. Ermeni meselesi: Nedir, ne değildir? İstanbul, 2011. 9786058926172 s.120

4) Gürkan, Uluç. Ermeni Sorununu Anlamak. Destek Yayınları, 2011.

5) Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 1915 Olaylarına İlişkin Mesajı. 23.04.2014. http://www.bbm.gov.tr/Forms/pgNewsDetail.aspx?Id=%2012456&Type=1

6) Davutoğlu, A. Turks and Armenians – we must follow Erdoğan's lead and bury our common pain. 2 May 2014.
http://www.theguardian.com/commentisfree/2014/may/02/turks-armenians-erdogan-condolences-1915-armenian-massacre

Comments