Yazınımızda 1915 olayları ve Savaş Yıllarında Türk-Ermeni İlişkileri

Türk yazınında doğrudan 1915 olaylarını veya savaş yıllarında Türk-Ermeni ilişkilerini konu alan benim henüz tespit edebildiğim iki roman var, diğerleri şöyle hafiften değiniyor:

Altun, Eyyüp. Sona : 1915 sürecinde savaşın ortasında yaşanmış destansı bir aşk. İstanbul: Logos, 2008; Cumhuriyet Kitapları, 2013.

Van Gölü yöresinde Türkler, Kürtler ve Ermenilerin bir arada yaşadıkları bir köyde 1915 arefesinde bir düğünde başlayan Türk delikanlısı ile Ermeni genç kızı arasındaki aşkı konu alan ve o dönemde o yörede yaşananlara ayna tutan roman. Yazarı, Ermeni olan anneannesinin yaşamından esinlenerek kaleme almış bu romanı.

Birlikte sorunsuz yaşarken, Birinci Paylaşım Savaşının bencil hesaplarının ayrı kamplara savurduğu bu aynı toprağın insanları arasında zaten aşk hiç bir zaman kabul görmemiş ve her bir etnik gurup kendi içinde yaşamışken; sevenlerin bir araya gelmeleri, birlikte yaşamaları savaş koşullarında daha da zordur...

Aktaş, Gevher Demirkaya. Sara - Ahıska'da Bir Ermeni Gelin. Sarkaç Yayınları, 2011.

Aktaş dedesi ile ninesinin yaşamlarını; kendilerinden duyduklarını, yörede yaptığı araştırmalar ve sahip olduğu belgelerle besleyerek romanlaştırmıştır. Kars, Ardahan ve Çıldır dolaylarında geçen romanın önsözü D&R Kitabevi web sitesinde erişime açıktır. Dinmeyen Acı Kafkasya adlı romanında büyük dedesini anlatan yazar, bu kitapta ise onun oğulları ve gelinlerini anlatmaktadır. Baş kişilerden biri Rusya'dan kaçıp sınırı geçerken eşini ve kızını Ermeni kurşunlarıyla yitiren, kendisi de yaralı olarak Çıldır'a ulaşabilen Tiflis'li Ferhat Ağa. Görüntülü radyodan söz edilen, radyoda ajans ve yurttan sesler dinlenilen günler...


Bülent Ruscuklu'nun Ermeni Belgesi: Elif'in hikayesi (Siyah Beyaz, 2011) başlıklı macera romanını İdefix şöyle tanıtıyor:

Fransızlar, İngilizler ve Amerikalılardan gelen yardımlarla Taşnaksutyun Örgütü (Ermeni İhtilalci Federasyonu) Osmanlıya karşı ilk hareketini, 1896'da Van'da başlattı. Osmanlı İmparatorluğu toprakları bölünmeliydi... Ve I. Dünya Savaşı genel bir ayaklanma için en uygun zamandı. Rusya Ermenileri, Osmanlı'ya saldırmaya hazırlanan Rus Ordusuna katılma kararı aldı.


Arşiv Genel Müdürlüğü depolarındaki Ermeni Belgesi, rastlantı sonucu bulundu. Açıklanmadan önce de çalındı. Başbakan, belgelerin bulunması için MİT'te yeni kurulan bir bölümün, 'Yasadışı Mücadele Bölümü'nün görevlendirilmesini istedi. Ermeni Cumhurbaşkanı'nın Türkiye'yi ziyareti, iki ülkeyi de kaosa mı sürükleyecek?

130 yıllık Ermeni Kara Haç Cemiyeti'nin planladığı eylem kime yönelik? MİT, eylemi önleyebilecek mi? Devletin derinliklerine sızmış olan köstebek kim?
Ve bütün bu kargaşa arasında yeşeren büyük bir aşk...

Selçuk, İlhan. Yüzbaşı Selahattin'in Romanı. İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, 1973, 16. bsm. 2010. 2 cilt (406+326 ss.)

İlhan Selçuk'un arkadaşı Cengiz Yurtoğlu'nun babasının 15 ciltlik anılarından derlenen romanı İdefix şöyle tanıtmaktadır:


Selahattin 1894'te doğdu. Mahalle Mektebi'ne gitti. Edirne Askeri İdadisi'ni bitirdi. İstanbul'da Harbiye'den mezun oldu... Yüzbaşı Selahattin'in Romanı yalnız kendisinin değil, bir kuşağın romanıdır. Bu romanda değer yargılarıyla birlikte çöken Osmanlı İmparatorluğu yerine yeni bir imparatorluk kurmak isteyenlerin dramı ve devletin çöküşünü durdurmak isteyen bir asker kuşağının fedakarlık destanı yer alır. Bu roman yakın tarihimizin gerçeklerini dile getirmekte, pek çok yönü aydınlanmamış bir devreye ışık tutmaktadır.


Kitabın önsözünde Selçuk bazı konuları diğer kaynaklardan karşılaştırdığını ve anlatılanların gerçeklerle örtüştüğünü ifade eder. 1912 yılında askeri okulu bitiren Selahattin Çanakkale'de göreve başlar, Balkan Savaşı'na katılır, sonra doğuya gider. Savaş yıllarında zaman zaman yolu Ermenilerle kesişen genç subay gazetelerden izlediği, kendisini etkileyen olaylara da anılarına yer vermiştir. Örneğin Paris'e giden Ermeni Generali Antranik'in bir kahraman gibi karşılanarak kendisine  hizmetlerinden ötürü armağan olarak pırlanta ve elmas işlemeli bir kılıç verildiğine değinmiştir. Çarlık Rusyası ile birlikte bize karşı savaşan Antranik, Selçuk'un ifadesi ile "Rus hatları gerisinde kalan Türk köylerinde akla sığmayacak facialar" yaratmıştı. Antranik'in böyle ödüllendirilmesinin; işgal altındaki İstanbul'da kurulan mahkemelerde, yalnızca görevini yerine getirmiş olan yurtsever Boğazlıyan Mutasarrıfı Kemal Bey için idam kararı verilmesi ve asılmasının ertesinde  kendisini seven kalabalık bir halk topluluğu tarafından son yolculuğuna uğurlanmasına denk gelmesi, yalın ama yürek yakan bir biçimde anlatılmıştır (cilt 2, s. 27). Selahattin bu cenaze törenine korkusuzca üniforması ile katılmış, arkadaşlarını da aynı şekilde hareket etmeye teşvik etmiştir.  "Suçlular ve Güçlüler" başlığını taşıyan bölümde ise yurtseverlerin tutuklanmaları ve haksız suçlamalara maruz bırakılmalarının halkta yarattığı galeyanın, İngilizleri yargılamak istedikleri kişileri Malta'ya götürmek zorunda bıraktığı belirtilmektedir (Cilt 2, ss. 37-38). 

Selahattin, 1915 yılında Doğu'da görevlendirildiği mevkiye doğru ilerlerken yolda Anadolu içlerine kaçan perişan muhacirlerle karşılaştıklarına değiniyor. Soykırım iddiacıları, yaşanan kıyımın iki yönlü olduğu anımsatıldığında, Ermenilerin  tehcir sonrasında intikam amaçlı kıyımlar yaptıklarını savlayarak kendilerini haklı göstermeye çalışırlar. İntikam adına kadınlara tecavüz edilmesi, masum çocuk, kadın ve yaşlıların acı çektirilerek öldürülmeleri her ne kadar kabul edilebilir bir şey değilse de zaten bu gerekçenin geçerli olmadığı ve Ermeni çetecilerin tehcirin çok öncesinde korku salmış oldukları anlaşılmaktadır.

Kitabın yazarı ile ilgili dramatik bir olgu vardır. Gerek İlhan Selçuk, gerekse ağabeyi karikatürist Turhan Selçuk, dönemin politik ortamında Kuvay-ı Milliyeci, yurtsever bir binbaşı olan babalarının severek ailesi ile birlikte Trabzon'dan kurtarıp Milas'a getirerek evlendiği, Hikmet adını alarak eski kimliğini geride bırakan, Ermeni kökenli bir anneleri olduğunu saklama gereği duymuşlar ve İlhan Selçuk Ermeni Türk kimliğini koruyan teyzesi Roz eve geldiğinde odasından bile çıkmaz, onunla konuşmazmış. 

Soykırım iddiacılarının savladığı gibi işlenmiş bir suçu örtbas etmek için değil, karşılıklı yaşanan acıları küllemek, savaş ortamında olaylara müdahil olmuşların yakınlarını utandırıp incitmemek için, barış için suskunluğu seçmişti iki taraf da. Sonraki kuşaklar bunu kavrayamıyorlar. Bu suskunluk ne yazık ki iddiacılar tarafından çok saygısızca istismar ediliyor. Ölüye saygının her kültürün temel değerlerinden olduğunu sanırım. Tehcir sırasında Kütahya'da, Talat Paşa'yı ikna ederek 1,000 Ermeni aileyi iskan eden Faik Ali Ozansoy'un anısına saygısızlık eden iddiacılar ne yazık ki Selçuk Kardeşlerin anısına da saygısızlık etmişlerdir. 

Sönmez, Tekin. Ankara Düşerken Erzurum ve Bardezbaldooruk Ailesi. İstanbul: NIS Media, 2012.

Üniversite yıllarımda yayınladığı Yansıma Dergisi'nde  şiirlerini zevkle okuduğum, daha çok  Şafağın Demircisi, Ağıt Yok gibi  şiir kitapları ile tanıdığımız Tekin Sönmez 2012 yılında bir kitap fuarında Ankara'da karşıma çıkınca çok sevindim. 75. Doğum Yılı Kitapları adını taşıyan bir seri ile romancı ve öykücü kimliği ile karşımdaydı.  D&R bu kitabı hakkında şöyle diyor: "'Ankara Düşerken Erzurum ve Bardezbaldooruk Ailesi,' hayali bir roman fakat söz sanatları açısından gerçek bir edebiyat ürünü. Göktürkler, Hazar İmparatorluğu'ndan gelerek Ankara'nın kuruluşuna ve düşüşüne katılmış, yüz yıl önceki arıcı büyük ailenin Ankara gibi yükselişi ve düşüşü. Modern bir Türkçe ile yazılmış bir roman klasiği..."  Yazarın blogunda ise şöyle denilmiş: "Bu romanda ne var? Eski adı ile Bardez, yeni adı ile 'Gaziler' diye anılan beldenin Babil gibi bal kulesi var. Kristal buzdan Bardez kalesi var. Soğanlı Dağları, Kars Platosu, Sarıkamış, Erzurum var."

Bugün Gaziler adı verilmiş olan Bardız'ın tarihini anlatan bir web sayfasında ise şunlar yazıyor:

"I. Dünya Savaşı içerisinde açılan Kafkas Cephesi ve Sarıkamış Harekatı esnasında Bardız ve çevresi, askeri harekat ve savaş alanı olacak, tarihin ender gördüğü bir drama bizzat şahitlik edecek, bu savaşta kaybettiğimiz binlerce vatan evladının da ebedi istirahatgahı olacaktır. Yaşanan Sarıkamış felaketi ve ardından gelen Rus işgali ve ilerleyişinden sonra Bardız ve çevresi batı devletleri ve Rusya'nın ayaklandırdığı Ermeni çetelerinin gerçeklestirdiği katliamlara sahne olacaktır. Genç-yaşlı, kadın - erkek, çoluk - çocuk çok sayıda vatandaşını şehit verecektir."

Ermeniler açısından bakılınca, Armen Garo'nun Armenia a leading factor in the winning of the war başlıklı kitapçığında anlattığı üzere Ermeni Gönüllü Birliği 4. Taburunun Bardız Geçitinde Osmanlı Ordusunu 24 saat oyalaması 600 Ermeni askerinin yaşamına mal olmuş ancak 60,000 kişilik Rus Ordusu esir olmaktan korunmuştur. Başarıdan emin olan Türkler tedbir almamış olduklarından 30,000 asker soğuktan öldü diye eklemektedir Garo. Rusya'nın zaferine yaptıkları katkı onlar için kıvanç kaynağıdır.

Bir Cumhuriyet dönemi ailesini anlatan Sönmez bu konulara girmez kitabında. Ancak bir yerde yeğen amcasına, niye, bizi kör bıçaklarla kıtır kıtır kesmediler mi? diye sorar. Amca ise ama Ruslar böyle demiyor, diye yanıt verir. Yanlış anlamadıysam, acımızı nasıl içimizde yalnız yaşadığımızı vurgulamaksızın, şöyle bir değinerek kinayeli bir dillendirme olarak niteliyorum bu ifadeyi ama Ermenistan'a geziler yapan ve bazı deneme, belgesel türü yayınları olan yazarın bu çalışmalarını görme fırsatım olmadı ve konuya nasıl yaklaştığını henüz bilmiyorum.

  Çelik, Hilmi. Rahman. Ankara: Phoenix, 2013.

Meslektaşım ve dostum Çelik'in ilk romanını bir alıntı ile tanıtıyor İdefix : "Yola koyulduklarında, güneş henüz doğmamıştı. Adım adım çoğalıyordu aydınlık. Sabahın böylesini ilk kez görüyordu Rahman. İnce bir sızıntıyla başlayan aydınlık, kısa sürede renk cümbüşü yaratmış ve kocaman gökyüzünü teslim almıştı."

Artvin kırsalında doğan ve sonra bir büyük kente yerleşen Rahman, bölgede yaşanan acıları bilen kendinden büyük bir memleketlisi ile konuşma hevesindedir. Bir kaç kez seninle şu konuyu konuşacaktık derken, hep araya bir şeyler girer, konuşma ertelenir. Bir şeyler yaşandığı ihsas edilir ama bir türlü konuya tam boy girilemez. 

Artvinlinin, zemherinin dondurucu soğuğunda yerini, yurdunu terk edip mağaralarda, ormanda saklanmaya çalıştığı;  çil yavrusu gibi dağıldığı kaçakaçlık günleri belki yazarın bir başka öyküsüne konu olur. Kendisinden bunu beklediğimi biliyor sevgili dostum.

Roman deyip geçmemek gerek. Gerçek yaşamdan besleniyor ve yaşamı besliyorlar. Yazanların beyinlerine, ellerine sağlık.

Yeni romanlarda buluşmak üzere...

Comments