101. Yılında 24 Nisan Ermeni Büyük Felaketini Anma Gününün Ardından

Bir 24 Nisan'ı daha, dedelerimizin, ninelerimizin yaşadığı acıları anarak, Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı felaketi anımsayarak geride bıraktık. Soykırım iddiacıları ve destekleyicilerinden gelen suçlamalar ağırlıklarıyla incitici olsa da, bir açıdan da Ermenilerin acılarını anması bize de acılarımızı anmayı anımsattığı için belki de kendilerine teşekkür etmeliyiz.

ABD Başkanı Obama, sekizinci ve son kez her yıl söylediklerini yineledi. Yani, 1,5 Milyon şeklinde ayni yanlış rakamı kullanarak Med Yegherns (Büyük Felaket) hakkında düşüncelerinin değişmediğini belirtti.Yani satırlar arasında Sevgili Ermeniler, kişisel olarak yaşananların soykırım olduğuna inanıyor, ancak pozisyonum gereği devlet politikaları nedeniyle bunu ifade edemiyorum, kusuruma bakmayın dedi. Gelecek yıl böyle güç bir duruma düşmeyeceği için memnundur herhalde. Ne yazık ki, ABD’de Harvard gibi saygın addettiğimiz bir üniversitenin Hukuk Fakültesi bile, soykırım sözcüğünün, evrensel düzeyde hukuki bir terim olarak neyi kapsayıp neyi kapsamadığını göz önünde tutmaksızın, karşılıklı acıların yaşandığı trajik bir savaş halini soykırım olarak niteleyen hukukçular yetiştirmektedir. Obama da bu Harvard mezunu hukukçulardan biridir. Tal Buenos 30 Nisan 2015 tarihinde AVİM’in düzenlediği Türk-Ermeni ilişkilerinin geleceğini konu alan, Prospects For Turkish-Armenian Relations (bkz http://avim.org.tr/images/uploads/Rapor/30april.pdf, s. 76) adlı konferansta sunduğu “The Cyclicality of the Genocide Accusation” başlıklı bildiride, soykırım iddialarının yönetim - akademik çevre – medya üçgeninde nasıl evrilip, çevrilip sürekli canlı tutularak Türkiye’ye karşı kullanıldığını çok başarılı bir şekilde ortaya koymuştur. Bu değersizleştirme ve baskı çemberi yaratma politikasının yürütülmesinde akademik çevrelerin oynadığı rolün bilimsel etik, medya dünyasının oynadığı rolün de medya etiği boyutlarında irdelenmesine gereksinim olduğunu düşünüyorum. 

ABD’ye uzanmışken Tarihçi-Yazar Dr. Mehmet Perinçek'in 1915 konulu konferansı ve Yönetmen Serkan Koç'un "Ermeni Belgeleriyle 1915" belgeselinin gösterimini kapsayan Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada turuna değinmeden geçilemez. 3 Nisan, 2016 tarihinde New Jersey'de başlayan ve 12 merkezi kapsayan tur 29 Nisan’da Kanada’da sonlandırıldı. ATAA, Türk Vatanseverler Derneği ve Talat Paşa Komitesi tarafından ortak hazırlanan program California, Teksas, Chicago gibi çeşitli kentlerde ağırlıklı olarak üniversitelerde gerçekleştirildi. Bir yüzyıl boyunca yinelenerek adeta kemikleşmiş asılsız bir senaryoyu biraz sarssak, kafalarda soru işareti oluştursak gerisi çorap söküğü gibi gelir mi, çok mu iyimserim kim bilir. Programın ayrıntıları ATAA web sitesinde yer almaktadır. Bu etkinliği takip ederken en dikkatimi çeken Dr. Mehmet Perinçek’in sosyal medyada paylaştığı, Los Angeles’ta Türkiye Başkonsolosluğu’nun karşısına yerleştirilmiş koskoca bir pankartın fotoğrafı oldu. Fotoğraf Doğu Anadolu bölgemizin bir kısmının Ermenilere verilmesini öngören ABD eski Başkanlarından Wilson’un fotoğrafı, sözleri ve bölge haritasını kapsıyordu. Amerikalılar verilmek istenen bölgede Ermenilerin oranının o günlerde sadece yüzde 20 dolayında olduğunu ve nüfus dengelerini değiştirmek için Ermeni Taşnak çetelerinin en küçük etnik temizlik fırsatını kaçırmayıp çok canlar aldıklarının ayırdına varsalar, bugün saygıyla andıkları Wilson’un tutumundan utanç duymazlar mıydı acaba? Farkındalık yaratılabilse öyle bir poster asılabilir mi bir daha? Ne yazık ki asılsız senaryo öyle bir yer etmiş ki gerçekler insanlara inanılmaz geliyor. Bizim garip dünyamız böyle işte.

2013 yılında Avustralya’da verdiği bir konferansta Justin McCarthy’nin yaptığı bir karşılaştırma iki tarafın yitik oranları ile ilgili olarak çarpıcı bir tablo sergilemişti. Ermeniler, Güneye gönderilirken Rusların ilerleyişinden korkan Müslüman halk da Anadolu’nun içlerine doğru kaçarak memleketlerini terk etmişlerdi. Çeşitli kaynaklarda sayılarının 700 bin ile 1 milyon arasında olduğu belirtilen bu insanlar arasındaki kayıp oranı yüzde 43 ile yitikleri yüzde 20 kadar olan Ermenileri ikiye katlıyordu. Balkanlardan gelen muhacirler ve Güney’e gönderilen Ermenilerden ayırt edilmek için muhacir yerine resmi belgelerde mülteci olarak adlandırılan bu insanların yaşadıkları hakkında literatür oldukça zayıftır ve konu nedense pek ilgi çekmemektedir. Oysa iki zorunlu göçün karşılaştırması, yaşanan dramın gerçek mahiyetini ortaya koyacaktır. Halil Değertekin’in 1. Dünya Savaşı Doğu Cephesinde Muhacirler adlı 2015 yılında Kanguru Yayınları arasında çıkan belgesel romanını ele aldığı yazısıyla bu konuya değinen tek yazar izleyebildiğim kadarıyla Abbas Güçlü oldu. Kendisine muhacir diyen bir mültecinin torunu olarak konunun gündeme gelmesinden memnuniyet duydum ve varlığından yeni haberdar olduğum kitabı hemen alarak okumaya başladım bile (http://www.milliyet.com.tr/ermeni-tehcirinde-yasananlardan/gundem/ydetay/2224357/default.htm 10.04.2016).

Toynbee, McCarthy, Zürcher gibi çeşitli araştırmacılara göre sayıları en fazla 600 bin olan Ermeni kayıplarının çoğunluğunun açlık ve hastalıktan kaynaklanmasına karşın, 1910’ların başlarından 1922 yılına dek Ermeni Taşnak çetecilerinin etnik temizlik amacıyla öldürdüğü, adıyla sanıyla bilinen Müslümanların sayısının 520 binlerde olduğu ve çeşitli nedenlerle yiten canların 2-2,5 milyon dolayında olduğu düşünüldüğünde --eğer soykırım sözcüğü hukuki bir terim olarak değil de, herhangi bir kitle kırımı olarak alınırsa-- esas soykırım yapanların kendilerine soykırım yapıldığını iddia edenler olduğu söylenemez mi acaba? Köy köy, mahalle mahalle bu insanların adları, ne zaman, nerede öldürüldükleri günümüz Türkçesi ile erişilebilir bilgiye dönüştürülmeli. Böylece ben de büyük halam, eşi ve biricik bebeklerinin nerede, ne zaman öldürüldüklerini saptayabilirim belki. Yakınları çetecilerin kurbanı olmuş insanların bunları bilmeye hakları var. Göç ve Mağdurlar Derneği Başkanı Ahmet Ballı'nın Ardahan'daki toplu mezarların ortaya çıkarılarak, Ermeni mezaliminin gözler önüne serilmesi için yaptığı çağrıyı tüm yüreğimle destekliyorum (http://www.haberler.com/ardahan-daki-ermeni-mezalimi-ortaya-cikarilsin-8382355-haberi/). Ayrıca dünya kamuoyu zaman içinde haberdar ve ikna olursa soykırım iddialarının ne büyük bir yalan olduğu belki bir gün kendiliğinden ortaya çıkmaz mı? Neden biz hep başarılarımızı kutluyor, acılarımızı gömüyoruz? Yitiklerimizi anmak borcumuz değil midir? Bu bir ortak acıdır, gelin birlikte analım yitirdiklerimizi dediğimiz 24 Nisan günü veya Van isyanının başladığı gün veya Erzurum’da 3.000 kişinin bir gecede öldürüldüğü 12 Mart veya uygun bir başka gün Doğu Cephesi Müslüman etnik temizlik kurbanlarını anma günü olarak belirlenmeli ve onlar için bir anıt dikilmeli. Zeve’de, Iğdır’da şehit anıtları var ama bunlar yerel kalıyorlar ve şehit denilince masum sivillerin etnik temizliğe tabi tutulduğu anlaşılmıyor. Konu bütünlük içinde, anlaşılır şekilde ele alınmalı.

Soykırım iddiacıları, PKK ve kendi ülkesine karşı tavır almayı kendilerince solculuk adına benimsemiş bir kesim arasındaki dayanışma, ülkemizdeki 24 Nisan anma töreninde bir kez daha gözlemlendi. Solcu olmak adına kendi ülkelerine karşı tavır içindeki halkından, tabanından kopuk Ermeni ve Kürt milliyetçilerine yan çıkanlara söylenecek söz yok. İnsancıl, paylaşımcı bir sol düşüncenin, aynı toprakların insanlarını barışçıl bir tutumla, fırsat eşitliğine sahip olarak birlikte yaşamanın yollarını aramaya yönlendirici bir yaklaşımı olması gerekmez mi? Ayrımcılığı destekleyen, düşmanlıktan beslenen bir duruş, ancak solun ne olduğunu bilmeyenleri sol olduğuna inandırabilir.

Ayni görüşler tekrar edilir ve taraflar birbirlerini dinlemezken bir yüzyıl daha aynı minval üzere sürüp gidebilir bu konu. Bu fasit daireden sağlıklı bir şekilde çıkmanın yolu umarım bir gün bulunur. Tüm 1. Dünya Savaşı kurbanlarını ve tüm dönemlerin savaş, şiddet ve terör kurbanlarını saygıyla anıyorum.

Comments