14 Ocak 2017 Cumartesi günkü
Meclis Oturumunda 1913-1923 yıllarında Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve
Yahudilerin kaybedildiğini belirterek, "Büyük katliam ve soykırımlarla bu
topraklardan ya sürüldüler ya mübadelelere uğradılar … Bir zamanlar yüzde 40'tık,
bugün binde biriz. Herhalde başımıza bir iş geldi ki… Ben adına soykırım
diyorum, siz ne derseniz deyin. Adını hep beraber koyalım ve yolumuza devam
edelim. Ermeni halkı başına ne geldiğini çok iyi biliyor. Atamın, dedemin
başına ne geldiğini çok iyi biliyorum. Gelin adını siz koyun, hep beraber
yüzleşelim. Artık biz yok hükmündeyiz, binde bire düşmüş durumdayız"
dediğinizi büyük bir infial duyarak okudum, dinledim ve şiddetle kınıyorum.
Lütfen şunu biliniz ki, ben de
atalarımın başına neler geldiğini çok iyi biliyorum. Dedem Batum’da ölümden
kıl payı kurtulurken, Ermeni Taşnak çetecileri kız kardeşine tecavüz edip, eşi
ve bebeğiyle birlikte hepsini süngüleyerek delik deşik edip öldürdüler.
Yaşadıkları yerleşim yerinde öldürülenler sadece onlar değildi. Büyük amcamız,
baskını duyup yola revan olmuştu. Oraya vardığında yerleşim yerinin girişinde
soğuk et istiyorsanız dışarıda, sıcak et istiyorsanız içeride ifadesiyle
karşılaştı. Bir ömür boyu kardeşini, kundaktaki yeğenini, eniştesini nasıl
kanlar içinde bulduğunu unutamadı ve o günün acısını ömür boyu tekrar tekrar
gözyaşlarına boğularak yaşadı.
Balkanları örnek alarak nüfus
oranını değiştirmek amacıyla Ermeni çetelerin uyguladığı etnik temizlik ve
korkutarak kaçırmaya yönelik tedhiş Doğu Anadolu’da 520 binden fazla can aldı.
Öldürülenler, başlarına gelecekleri bildikleri için kaçanlara katılamayanlardı.
Bu şiddete maruz kalmamak için evlerini terk edip Anadolu’nun içlerine ve
Güney’e kaçanların sayısı ise bir milyon dolayındaydı ve soğuk, açlık, hastalık
ve eşkıya baskınları sonucu % 43’ü yaşamlarını yitirdiler.
Balkanlarda olsun, Doğu
Anadolu’da olsun biz bu acıları yaşamışken; bizim % 43 kaybımıza karşı tehcir
edilen Ermenilerin sadece % 20 kaybı olduğu halde, onların acılarını da tanıyıp üzgünüz diyoruz.
Ama bizim acımızın görmezden gelinmesi yetmezmiş gibi evini, ailesini,
toprağını korumak için savaşmak zorunda kalan dedelerimizi kasap ilan etme
cüretini gösteriyorsunuz. Nezaketimiz ve suskunluğumuz size böyle bir cesaret
vermemeliydi.
Yüzleşelim lütfen, eğer
yüzleşecek yüzünüz varsa. 1922-1954 yılları arasında Kızıl Ordu Harp
Akademisinde görev yapan N. G. Korsun’un askeri coğrafya dersinde okutulan
Türkiye adlı eserinde “Müslümanlar, Ermeni nüfustan beş kat daha fazlaydı”
ifadesi yer almaktadır (M. Perinçek, 2012, Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede
Ermeni Meselesi, s. 76). Tarih konusunda tartışılmaz bilim insanımız Halil
İnalcık ise % 16 der. Bu nüfus oranıyla Osmanlının çöküşü ve Batı’nın
yüreklendirmesiyle % 80’i yok edip veya uzaklaştırarak Anadolu’nun üçte birine
sahip olmak, üç denize açılan devlet kurma hayaline kapıldı atalarınız. Selanik
% 20’nin olduysa Doğu Anadolu niye olmasındı ki. Ama yanlış hesap Bağdat’tan
döndü ve bedeli maalesef biraz yüksek oldu. Kendinizi üçüncü bir kişinin yerine
koyabilirseniz bir düşünün lütfen % 20’nin % 80’i kovup belli bir bölgeye sahip
olması adil midir, insanlığa sığar mı? Nasıl oluyor da % 80’nin bırakın
yaşadıkları, varlığını görmezden gelebiliyorsunuz, kendi topluluğunuzun
sorunlarını o günün gerçekliklerinden soyutlayarak yapay bir tek taraflı
mağduriyet tablosu yaratıyorsunuz akıl alır gibi değil. Yaşananların ortak bir
acı olduğunu büyük resme bakabilirseniz kavrarsınız. Bu söylem, resmi tarih
kalıbı değil, Doğu Anadolu insanın yaşadığı gerçekliğin ta kendisidir.
Doğu'da Rusların, Güney'de
Fransızların karşımıza sürdüğü Ermeniler ve Batı'da İngilizlerin karşımıza
çıkardığı Yunanlılarla savaşmak zorunda kaldık ve ne mutlu bize ki yabancı
işgalcileri ve işbirlikçilerini yurdumuzdan atabildik. Ülkemiz Hristiyanlarının
önemli bir kesimi, biz varlığımızı koruma savaşımı verirken maalesef
düşmanlarımızla birlikte karşımızda oldular. Ama olmayanlar da vardı ve ayrıca
dinleri Musevilik olan Yahudilerden niye söz ettiğinizi anlamış değilim. Onlar
Batı'nın oyunlarına alet olmamış ve yaşananlardan etkilenmemişlerdir. Çok
önemli değil ama Hristiyanların nüfusa oranı % 40 değil, % 25 dolayında olsa
gerektir.
“Soykırım” 1948 yılında kabul
edilmiş hukuki bir terimdir ve bir olaya soykırım denmesi için mahkeme kararı alınmış
olmalıdır, ayrıca geriye dönük işlemez. Hukuki durumun böylesine net olduğu
koşullarda ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi’nin 15 Ekim 2015
tarihinde açıkladığı Perinçek – İsviçre
Davası Nihai Kararına karşın; yasama, yani yasa yapma kurumunda milletvekili
olarak görev alan bir kişinin bu hukuki terimi Meclis çatısı altında
gelişigüzel kullanması kabul edilebilir bir durum değildir. Kaldı ki, soykırım
terimi o dönemde kullanılmamakla birlikte savaş suçu işlendiği iddiasıyla dava
açma çabaları da delil olmadığı için sonuç vermemiştir. Öte yandan Osmanlı
Hükumeti, Ermenilere karşı olumsuz davranışları nedeniyle 1915 yılında 20
kişiyi asmış, 1916 yılında 1673 kişi hakkında dava açmış, bunlardan 67’si
idama, kalanların çoğu çeşitli cezalara çarptırılmış, çok azı beraat etmiştir.
Rusların 1917 Ekim Devriminden önce cezalandırdığı az sayıdaki subay dışında,
Müslümanları öldürdükleri ve mallarını, ziynet eşyalarını, paralarını gasp
ettikleri için cezalandırılan hiçbir Ermeni yoktur. Aksine bir Müslüman’dan
kurtulmak ödüllendirilecek bir eylem sayılmıştır, hele mermi ziyan etmeden
başarılmışsa bu eylem daha da değerli idi.
Sizin ve sizi destekleyen
arkadaşlarınızın bizlerden özür dilemenizi bekliyorum. Soykırım iddiacısı
milletvekillerimize naçizane Ömer Polat’ın Saragöl adlı romanını, özellikle de
74-101. sayfalarını öneririm.
Bu vesile ile 1. Dünya Savaşı
ve Kurtuluş Savaşı yıllarında hunharca öldürülen veya ağır koşullar altında
yaşamını yitiren gizli kahramanlar diyebileceğimiz sivil halkın anısına Doğu
Anadolu’da bir anıt dikilmesi dileğimi yetkililere iletmek isterim. Hezimete
uğrayan ordunun geriye çekilebilmesi için Kargapazarı tepesinde düşmana
şaşırtmaca yapan ve orada soğuktan donarak ölen 3.000 yaşlı ve çocuk Erzurumlu
düşünülünce, Kargapazarı böyle bir anıt için en uygun yer olabilir.
Bu arada, o savaşta, Ermeni gençlerini gönüllü olarak toplayıp Osmanlıya karşı
Rusların yanında savaşa giren, Armen Garo (yani Osmanlı Meclis-i Mebusan üyesi
Karekin Pastırmacıyan)’nun Bardız (Şenkaya) Geçidinde Osmanlı Ordusu’nu
oyalamak suretiyle 600 kayıp vermekle birlikte 60.000 Rus askerini nasıl
kurtardıklarını övünerek anlattığını not edelim. Sayın Garo
Paylan, siz sanırım Lozan Anlaşmasıyla af ilan edildiği halde, atalarınızın
kalacak yüzleri olmadığı için gittiklerini bilmiyorsunuz.
Eski defterlerin açılıp
hesaplaşma yapılmasını isteyen biri değilim. Kimseye kinim yok. Batı
Anadolu’daki Protestan ve Katolik Ermeniler Osmanlı İmparatorluğuna
bağlılıklarını çoğunlukla korumuş, Gregoryen Ermeniler ağırlıklı olarak Ruslarla
işbirliği yapmışlardı. O hercümerçte yeri geldi bir Türk Ermeni komşusuna
yardım etti, yeri geldi bir Ermeni Türk komşusunu korudu. Taşnak ve diğer
örgütlenmelerin çetecileri kendileriyle birlikte hareket etmek istemeyen kendi
soylarından insanları da öldürdüler. Etnik bazda genellemeler doğru değildir.
Burada siyasi tercihler söz konusudur. Her dönemin kendi gerçekliği içinde
yaşanacak ne varsa yaşanıyor, ileriye bakmak gerek. Ama haksız suçlamaları
kabul etmek mümkün değil ve işte bu noktada acıtıcı da olsa gerçeklerin ortaya
serilmesi kaçınılmaz oluyor. Kuşkusuz, ne kadar birbirimizi incitmekten
kaçınırsak o kadar iyi olur. Bu topraklar, üzerinde doğan herkese ait.
Farklılıklarımızla bir arada yaşamayı öğrendiğimiz ölçüde ilerleyebiliriz.
Anayasa değişikliğine karşı çıkışlarınızda ayrıştırıcı olmayan daha sağlıklı
dayanaklar bulmanızı, kendi tarihinizi tarafsız kaynaklardan daha iyi
araştırmanızı dilerim.
Saygılarımla
Selma Aslan
Bir Erzurumlu
Not. Kafkas Cephesinde
yaşananları bugüne dek duyduklarınızdan farklı bir açıdan okumak isterseniz
bloglarımı ziyaret edebilirsiniz:
http://armenianholocaustmystory.blogspot.com.tr/
http://ermenisoykirimi-soykirim-zorunlugoc.blogspot.com.tr/
Vaktiniz olursa İstanbul’un
Doğu’ya doğru ötesini de kapsayan büyük resmi ve farklı bakış açılarını
anlayabilmek için aşağıdaki kitapları okumanızı önermek isterim:Bilgin, İsmail. (2012). Sarıkamış: Beyaz Hüzün. İstanbul: Timaş Yayınları.
Değertekin, Halil. (2015). I.
Dünya Savaşı / Doğu Cephesinde Muhacirler. Ankara: Kanguru Yayınları.
Gündüz, Tufan. (2011). Nisan’ın iki günü. İstanbul: Yeditepe.
Polat, Ömer. (1999). Saragöl. Öncü Kitap.
Öğün, Tuncay. (2004). Unutulmuş bir göç trajedisi: Vilayât-ı Şarkiye mültecileri (1915-1923). Ankara: Babil.
Uzunyaylalı, M. Talat. (2011). Paylaşılamayan Topraklar. İstanbul: Babiali Kültür.
Yerli ve yabancı nice bilim
insanının araştırmaları ve kitaplarından seçim yaparak öneri yapmak çok zor.
Dilerseniz “Dünden Bugüne Ermeni Ülküsü ‘The Armenian Cause’ ve Tehcirle İlgiliBilgi Kaynaklarının Yeterliliği Üzerine” başlıklı çalışmama Academia.edu’dan
erişebilirsiniz
()
Bu makale beni Mayıs ayında bir hafta için en çok okunan % 5’e taşımıştı, vakit
kaybı olmaz sanırım.Gündüz, Tufan. (2011). Nisan’ın iki günü. İstanbul: Yeditepe.
Polat, Ömer. (1999). Saragöl. Öncü Kitap.
Öğün, Tuncay. (2004). Unutulmuş bir göç trajedisi: Vilayât-ı Şarkiye mültecileri (1915-1923). Ankara: Babil.
Uzunyaylalı, M. Talat. (2011). Paylaşılamayan Topraklar. İstanbul: Babiali Kültür.
Bu mesaj 15.01.2017 günü HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan'a ve TBMM web sitesinde açık e-posta adresi olan milletvekillerine gönderilmiştir.
Comments
Post a Comment