12 Mart Erzurum'un Kurtuluşu'nun 99. Yıldönümü ve Kargapazarı'nın Vefa Bekleyen 3 bin Şehidi

1917 yılında Ekim Devrimi ile Çarlık yıkılıp yeni bir dönem başlayınca,   Rus Ordusu Kafkas Cephesinde işgal etmiş olduğu Erzurum'dan geri çekilmiş ve meydan Rus Ordusundaki Ermenilerle Ermeni gönüllü birliklerine kalmıştı. Eli silah tutan erkeklerin cephede, uzaklaşabilenin kaçıp gittiği Erzurum'da geride kalan çaresizler için zor günlerdi. 1918 yılının 11 Mart'ı 12 Mart'a bağlayan gecesinde Kazım Karabekir Paşa kumandasındaki  ordunun Erzincan'dan Erzurum'a doğru yaklaşmakta olduğu haberini alan bu Ermeni unsurlar Büyük Ermenistan'ı kurup, nüfusunun % 17'sini oluşturdukları Erzurum'u kendi dillerindeki adıyla Karin ya da Garin olarak başkent yapamayacaklarının idrakiyle çılgına dönmüş bir halde kenti yakıp yıkmış; yaşlı, çocuk demeyip önlerine çıkanı vahşice katlederek kaçmışlardır. 3 bin kişinin yaşamını kaybettiği bu dehşet gecesinde yaşanan vahşetin boyutlarını Karabekir Paşa anılarında anlatmıştır.

O gece yitirilen 3 bin can, bana, Yanıkdere'de 20 Şubat 1918'de katledilen 3 bin dolayındaki kişiyi, 15 Şubat 1916'da Kargapazarı Dağında  yitirdiğimiz yine bir o kadar Erzurumluyu da anımsatır. Demiryoluna biriken karların temizletileceği bahanesi ile şehirden toplanan yüzlerce yaşlı ve çocuk elleri bağlı olduğu halde yirmişer kişilik gruplar halinde vagonlara doldurulup Yanıkdere Mevkiine götürülmüş ve orada, bölgenin nüfus yapısını kendi lehlerine çevirmek isteyen Ermeni komitacılarının planladığı etnik temizliğin bir uygulaması olarak bu insanlık suçu; feryatlar, bağırışlar  tren düdüklerinin sesleriyle kamufle edilerek işlenmişti. Kargapazarı'nda ise, Rus ordusuna yenilen ordudan arta kalan güçlerin geri çekilebilmesi için 3 bin yaşlı ve çocuk ölümü göze alıp dağa çıkmış, düşmanı oyalamış ve sonunda maalesef soğuk ve top ateşi nedeniyle yaşamlarını yitirmişlerdir.

Hepsi bu değildi maalesef, ötesi de vardı. Köylere yapılan baskınlarda öldürülenler, yurdunu terketmek zorunda kalıp yollarda eşkiya saldırısı, soğuk, açlık, hastalıktan ölen muhacirler (Vilayat-ı Şarkiyye mültecileri) hiç unutulabilir mi? Düşmanın yaklaştığını, baskınlar sonucu çevre köylerin, insanları öldürülmek ve yakılıp yıkılmak suretiyle nasıl bütünüyle yok edildiğini duyanlar, yanlarına alabildikleri eşyaları ve değerlileri ile yollara revan olmuşlar, ancak pek çoğu yollarda kırılmıştı. Menzile vasıl olmak da her varabilen için kurtuluş olamamıştı. Gittiği yerde kendisi iş kuracak birikimi olmayan, o güne dek yaşamını toprağından veya emeğiyle kazanan insanların gittikleri yerde iş, barınacak yer ve yiyecek bulmaları savaş koşullarında pek mümkün olmamıştır. Samsun'a giden bir gruba çevrili olduğu için nispeten korunaklı  ama üstü açık bir yaşam ortamı sunulmuştu örneğin. Yunanlıların Batı'da yaptığı gibi, Ermeniler de kaçarken yakıp yıkma politikası (scorched earth policy) uygulayarak taş üstünde taş koymadıklarından Doğu Anadolu, Cumhuriyet kurulduktan sonra bile yıllarca yeniden yaşanabilir duruma getirilemedi ve yaşamlarını idame ettiremeyecekleri düşüncesiyle devletin mülteci diye tanımladığı, kendilerini muhacir bilen bu insanların geri dönmelerine hemen izin verilemedi. Bir Erzurum milletvekiline yazılan bir mektupta üçte ikimizi yitirdik, bu yılda yurdumuza dönemezsek hepten yok olup gideceğiz deniliyordu. Bu mağdur Doğu Anadolu insanlarına geri dönme izni, Yunanistan'la mübadele anlaşması imzalanıp göçmenlerle ilgili idari birimin dikkatini Yunanistan'dan geleceklere yöneltmesi gereği doğunca verilmiş ve isteyenler yeni bir yaşam kurabilmek umuduyla yıkıntı halinde bulacakları ocaklarına % 43 fire ile geri dönebilmişlerdir.

Ya Yemen'den Galiçya'ya, Çanakkale'den Sina ve Filistin'e, Irak'tan Hicaz-Yemen'e, onca cepheye gönderilmiş, geri dönemeyen kınalı ana kuzusu askerlerimize ne demeli? Belki kahramanca savaşarak, belki salgınlarda kırılarak,  belki soğuktan menzile bile varamayarak yalan yapıldak arşınlamak zorunda kaldıkları yollarda, belki daha düşmana bir kurşun atamadan Çanakkale'de düşman gemilerinden atılan bombaların açtığı 3 metrelik çukurlardan çıkan toprağın altında kalarak gün görmeden, daha yar eli tutamadan, bir evlat sahibi olamadan yaşamı yolun başlarında bırakıp gözlerini yuman gençler içimizi yakmaz mı?

Geçen Pazar günü 99. yıldönümünü kutladığımız Erzurum'un Kurtuluşu,  kurtuluşun coşkusunun bu yitip giden canların acısıyla harmanlandığı, hüzünlü bir anma olmaktadır nüfusunun yüzde 30'unu savaş nedeniyle kaybetmiş, rahmetli teyzemin, gözlerinden sevgi ışıkları saçılarak Doğu'nun Paris'idir diye tanımladığı Erzurum için. Acaba dünyada, bir savaş döneminde insanlarının yüzde otuzunu yitiren kaç il vardır?

1912-1922 yılları arasında art arda gelen Balkan, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı yıllarının bu acıları unutulmamalı ki ülkemizin, insanımızın, sahip olduklarımızın kadrini kıymetini bilelim, sahip çıkalım. Aynı acılar tekrar tekrar yaşanmasın diye barış havarisi olalım. Barışı tehdit edenlerin karşısında duralım.

Tüm savaş ve terör kurbanlarını saygıyla anıyor; insanların, hırs ve rekabetin yerine, paylaşım ve dayanışmanın hakim olacağı, dostluk, kardeşlik duygularıyla beslenen, barışla taçlanan bir dünyayı gerçek kılabilecekleri günlerin gelmesini diliyorum.


Kaynaklar

1915 Olayları: Üç ayda 50 bin insanı katlettiler. http://erzurumsayfam.blogcu.com/1915-olaylari/1514269 

Öğün, Tuncay. (2004). Unutulmuş bir göç trajedisi: Vilayât-ı Şarkiye mültecileri (1915-1923). Ankara: Babil.

Türk Ordusu'nu imhadan kurtaran Erzurumlu 3 bin şehit vefa bekliyor. Gazete Gerçek. 29 Aralık 2012 - 12:47http://www.gazetegercek.com/turk-ordusunu-imhadan-kurtaran-…



 Selma Aslan'a ait Ermeni Soykırımı : Gerçek mi, Yersiz İddia mı? blogu yazılarından ticari olmayan amaçlar için içeriği değiştirilmeden kaynak gösterilerek adil kullanım ölçüsünde yararlanılabilir. (Creative Commons Attribution-Gayriticari-NoDerivs 3.0 Unported License)



Comments