Sevgili
Büyük Halacığım,
2014 yılı
Nisan’ının ilk Pazarı mıydı, ikincisi mi anımsayamıyorum? İlkiyse 6 Nisan’mış, ikincisiyse 13 Nisan. Bir hafta
önce, bir hafta sonra ne fark eder, işte
o günden beri içimde bir yerlerdesin. Nasıl biriydin, neler yaşadın, bir şeyler öğrenebilmek isteği içimi kemiriyordu. Bir büyüğümüzün geçirdiği bir ameliyat sonrası yaptığım hastane ziyaretinde nasıl da laf lafı açmış ve 64 yaşımda, anne tarafımdan dedemin bir kız
kardeşi olduğunu ve başına
neler geldiğini öğrenmiştim. Başkent
Hastanesinden çıkıp Anıtkabir yönünde, gözlerim ağaç
dallarının yarattığı yeşil tonlarının zenginliğinde teselli ararken, sarsak
adımlarla ilerlemiş ve
duyduklarımı sindirmeye çalışmıştım.
Konuyu 25
Mayıs tarihinde neredeyse iki ay sonra paylaşabilmişim
yurtdışında
yaşayan ablamla:
“… sen K Dedemizin kız kardeşinin Ermeniler tarafından … öldürüldüğünü biliyor muydun? 100 yıl sonra bile fısıltıyla söyleniyor, bizim de aramızda kalsın. Öyle
derine gömmüşler ki adı bile galiba ile kuşkulu hatırlanıyor, kesin değil. Annem
babasının ölmüş bir kız kardeşi olduğunu duymuş ama ne ölüm nedenini, ne de adını biliyor. Bunu yazmadan edemem ama bu suskunluğa da saygılı olmalıyım. A relative [bir akraba] diye söz etsem diyorum, ne dersin?
Yoksa yazmamalı mıyım? Nasıl bir şok yaşadığımı tahmin edebiliyor musun? "Whisper from a century ago and
26.000 books" [100 yıl öncesinden gelen fısıltı ve 26.000 kitap] başlıklı yazı kafamda oluşuyor ama tereddüdümü
de yenemiyorum. Garip bir psikolojiye girdim. Nüfusunun üçte birini yitirmiş bir kentin, ailesi şans eseri etkilenmemiş bir bireyi olduğunu düşünerek serin serin uzaktan yazarken birden o acıların bir parçası
olduğunu öğrenivermek...”
Okuduğum bir kitap büyük halamızın
öldürülüşünü çağrıştırmış ve aynı yılın 22 Haziran’ında kardeşlerime yazdığım bir e-posta mesajında bir diyalog alıntılayarak şöyle bir yorum yapmışım:
C. Clement. Hindistan Uğruna s. 270-74'den kesitler (16 -17 Ağustos 1947, Hindistan’ın bağımsızlığının ve
Pakistan'ın kuruluşunun ilanının ve Sih ülkesinin iki ülkeye bölünerek yok edilişinin ertesi
günü):
- ... az önce Lahor'dan aradı.
- Her yer ateşler içinde...
- ... Keşke ateşe vermekle yetinselerdi. Köylerde Sihler, Müslüman kadınları soyuyor,
tecavüz ediyor ve karınlarını deşmeden önce
sokaklarda çıplak dolaştırıyorlarmış. …
(Ermeni komitacıların 1916-1918'de yaptıklarını nasıl da çağrıştırıyor. Yani, şu fısıltıyla söz
edilen, aile içinde bile herkesin bilmediği, belki de dedemiz Batum'da zikzak
çizerek düşman ateşinden canını kurtarmaya çabalarken, büyük halamıza yapılmış olan da böyle
bir şey olabilir.)
Böyle kuşkuların insanın içini kemirmesi gerçeği öğrenme isteğini daha da artırıyor. M. Talat
Uzunyaylalı’nın Paylaşılamayan Topraklar adlı
romanında, kızı bir Müslüman’a kaçmış olan ve onu Müslüman kırımından kurtarmak
isteyen bir Taşnak komitacı vardır. Kızı, bir binaya doldurulmuş olan Müslüman
kadınlar arasındadır ve boynunun arka tarafından balta darbesine maruz kalmış olarak
kendini kapıdan dışarı atarken babası kendisini bulur ve kız son nefesini babasının kollarında
verir. Okuduğum günden bu yana bu sahne, romanın beni terk etmeyen ve belki hiç terk
etmeyecek kesitlerinden biri oldu. Sen de öyle bir binaya hapsedilen gruplardan
birinde miydin acaba?
Senin gerçeğini nasıl öğrenirim diye düşünürken, annem geçen yaz artık bir başına yaşaması uygun
olmayan bir noktaya geldiğinde bize geldi. Evinden telefonla arayıp bulamayınca
meraklanacak yakınlara durumu bildirip bizim evin telefon
numarasını vermek gerekiyordu. A Abla haber vermem gereken kişiler arasındaydı. Akrabamız olduğunu
biliyordum, bir kez karşılaşmıştık ama yakınlığımızın ne olduğunu tam
bilmiyordum, anneme sorduğumda amcamın kızı dedi. Annemi
yitirdikten aylar sonra amcakızı A Ablanın annem ve teyzemin bilmediği bazı şeyleri
bilebileceği ve kendisiyle konuşmamın yararlı olabileceğini düşünmeye başlamıştım. 8 Mart Kadınlar Gününe iki gün kala 6 Mart
Cumartesi günü yağmura aldırmadan pek
bilmediğim bir semtte, bana Manchester’i anımsatan kırmızı tuğladan iki katlı sevimli
bir okulun ve bir parkın yanından geçerek yemyeşil bahçeli bir sitede bulduğum evinde A
Ablayı ziyaret ettim.
Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu Ermeni
çetelerin 1914 ile 1921 yılları arasında 518 bin 105 Müslüman Türk'ü katlettiğini söylüyor. 100 küsur bin dolayında kişi tehcir öncesinde, 400 bini aşkın kişi ise
tehcir sonrası öldürülmüş. Sen, eşin ve çocuğun sanırım tehcir öncesi öldürülen grupta yer
alıyorsunuz. Diğer bazı kaynaklara göreyse toplam sayı 523.955'tir*.
Bir fotoğrafın da var mıdır acep
kendisinde diye umutlanmıştım A Ablaya
giderken. Ne yazık ki yokmuş ama
ablasının fotoğrafını göstererek halasına benzer
derlerdi, dedi. G Ablanın fotoğrafını senden bir
iz diye benimsedim. Artık cep telefonumda bir kopyası var o fotoğrafın. Yani senden bir parça artık her
an benimle.
Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken seni düşünüyorum. Halaçoğlu’nun andığı 518 bin kişinin kaçı kadın, kaçı çocuktu
acaba diye merak ediyorum. Sadece sizleri değil savaşların ve terörün senin gibi diğer masum kadın kurbanlarını, öldürülerek kadın
olma fırsatı elinden alınan küçük kız çocuklarını düşünüyorum. Dünya Kadınlar Gününü ben bu yıl
sana armağan ediyorum Halacığım. Senin şahsında, belki
de bir kız çocuğu olan bebeğine, Bayburt’ta
kendini kuyuya atan 19 genç kız ve kadınımıza, Van’da Van Gölünün sularına
gömülmeyi yeğleyen 50 kadınımıza, öykülerini
bilemediğimiz daha nice kadın ve genç kızımıza armağan ediyorum.
Bu mektubu ise,
Ermeniler tarafından en acımasız
yöntemlerle kıyıma uğratılan Doğu Anadolu ve Kafkas Müslümanlarının yaşadıklarına kulağını tıkayanlara,
Toplam nüfusları 1,5 milyon olan
Osmanlı Ermenileri bir devlet kursun diye 3 milyondan fazla Müslümanın yok edilmeye,
yerinden yurdundan edilmeye çalışılmasını
umursamayanlara,
Çoğunluğunu başka halkların oluşturduğu topraklar
üzerinde devlet kurma arzusu içinde olan Ermeni milliyetçisi Taşnakların artığı ARF (Ermeni Devrimci Federasyonu)’yle
dayanışma sergileyenlere,
Siyasi hesaplarını solcu veya yeşil olma iddiasıyla maskeleyenlere ithaf
ediyorum.
Yeşiller, en büyük değerleri olarak şiddete karşı olma,
siyasi sorunların askeri güce başvurmadan çözülmesi ve
demokrasiyi öne çıkarıyorlar. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışından yararlanarak nüfusun yüzde
seksenini oluşturanlardan kurtulup devlet kurmak için büyük güçlerin verdiği cesaretle etnik temizlik yapmış, şiddet
uygulamış bir hareketin devamı olan ARF’nin
soykırım iddialarını desteklemek kendi ilke ve değerleriyle
ters düşmektedir. Bu iddialara safiyane bir şekilde inanmış olanlar bir zahmet Amerikan arşiv belgelerinde I. Dünya Savaşı sonrasında sağ kalan, Mondros Mütarekesini
takiben Türkiye’ye dönen Ermenilerin sayısına, 1921 sayımı itibariyle dünya
nüfusunun ne kadarının Ermeni olduğuna dair
belgelere, Fransız arşivlerinde
Bogos Nubar’ın Paris Konferansında verdiği sayılara baksınlar. Baksınlar
ki 1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü iddiası ne büyük bir
palavradır görsünler. Tarihi belgeleri nesnel bir bakışla incelesinler de anlasınlar ki hangi
taraf daha çok kayıp vermiş.
Bir dönem Almanya’da parlamenter olarak görev almış olan Hakkı Keskin’in vurguladığı gibi inanılmaz bir
ikiyüzlülükle 7 Mart’ta savaş mültecilerinin
Türkiye’ye iadesi konusu ele alındıktan sonra soykırım kararı geçirme niyeti
taşıyan bir Avrupa ülkesi
parlamentosu var ortada. CDU/CSU’dan
Klaus Brähmig gibi “mevcut Türk yönetimi atalarının yaptıklarından
sorumlu değildir ama Ermenistan ile ilişkileri iyileştirmek için adım atabilir”
diyen Avrupalı politikacılar gerçekten, soykırım iddiacılarının yasal olarak
yapabilecekleri hiçbir şey olmadığını bildikleri için devlet
düzeyinde bir özür dilemenin suçun kabullenilmesi anlamı taşıyacağı ve yükümlülükler
getireceği doğrultusundaki
beklentileri nedeniyle siyasi baskı ortamı
yaratmaya çalıştıklarının ayırdında değiller mi, yoksa birileri birilerini aptal
yerine koymaya mı çalışıyor?
Kendileri atalarının insan kasabı olmadığını bildikleri halde birilerinin gönlünü almak için dünyanın en ağır suçunu üstlenirler miydi acaba? Bu parlamenterler, AİHM tarih hakkında yargı yürütmek
parlamentoların işi değildir dediği halde ve parlamento kararları hiçbir
geçerlilik taşımadığı halde böyle bir
karar almakla ne kazanmayı beklemektedirler? Türkiye’nin, haksız suçlamalara ve Karabağ’ın işgaline son
verilmesi halinde Ermenistan ile ilişkilerin
normalleştirilmesine son derecede gönüllü olduğunu bilmiyorlar mı? Biz pek çok
kez üzgünüz dedik. Resmi bir suç kabullenmesine zorlanmak neyin nesi? Yeşiller amaçlarının iki ülke arasında ilişkilerin iyileşmesi yönünde çaba gösterme olduğu konusunda samimilerse Ermenistan ve
ARF’yi de Doğu Anadolu ve Kafkaslarda katledilen sizler
için özür dilemeye davet etsinler. Ermenistan’a, Karabağ’ın işgaline son verin, desinler. Bu işin öncülüğünü yapan Cem Özdemir’in
bir Türk adı taşıması çok ağırıma gidiyor
Halacığım. O ve onun gibi düşünenler kendilerini hangi halka yakın
hissediyorlarsa onların kültürüne uygun bir ad alsalar keşke. Türk kültüründe ataya saygı vardır, doğruluk, dürüstlük, mertlik
vardır. Siyasi hesaplar peşinde atasını haksız yere
karalamak yoktur. Okulunu bırakıp gönüllü asker yazılan senin kardeşin, benim dedemin insan kasabı olmadığını, melek gibi bir insan olduğunu ve tek amacının ülkesini
korumak olduğunu ben çok iyi
biliyorum. Onun insan kasabı ilan edilmesini isteyenleri asla
affetmiyorum.
Ermenilerin Türklere uyguladığı kıyımın senin de
aralarında bulunduğun kurbanlarının unutturulmaması için gücümün
yettiğince çaba harcayacağım. Senin adına, halkımızın bölgemizdeki
varlığını yok ederek, azınlığın çoğunluğa etnik temizlik uygulayarak devlet
kurmaya kalkışmasını haklı gören, o dönemde onları
destekleyen, bize karşı kışkırtan ve bugün hala
yanlarında olan herkesten özür talep ediyorum. Sen huzur içinde uyu Halacığım.
Siz, tüm savaş, terör ve şiddet kurbanı kadınlar, huzur içinde uyuyun, unutulmuyorsunuz. Kadınlar , --ki onlar, üretmeyi, üleşmeyi en iyi bilenlerdir--, başka kadınların sizin yaşadıklarınızı yaşamamaları için savaşım içindeler. Bu Kadınlar Günü sizlere armağan olsun.
![]() |
Anne Frank, Varşova Mezarlığı |
![]() |
Mevlüde İrem Çiftçi (4), Diyarbakır, 15.01.2016 (PKK Terörü Kurbanı) |
* Türkiye’nin Ermeni Soykırım İddialarına Cevabı. Akademik Perspektif. 13.04.2011. http://akademikperspektif.com/2011/04/13/turkiyenin-ermeni-soykirim-iddialarina-cevabi/
Selma Aslan'a ait Ermeni Soykırımı : Gerçek mi, Yersiz İddia mı? blogu yazılarından ticari olmayan amaçlar için içeriği değiştirilmeden kaynak gösterilerek adil kullanım ölçüsünde yararlanılabilir. (Creative Commons Attribution-Gayriticari-NoDerivs 3.0 Unported License)
Comments
Post a Comment